Yıkılmış molozların arasında şık abiyesi ile debelenen, birikimlerinden, ihtiyaçlarından, anılarından bir parça bulma umudu ile çırpınan kadına baktı. Değil o elbisenin içinde hareket etmek, kıçını rahatça yerleştirip oturmanın dahi imkansızlığını çok iyi bilirdi. Kadın adeta bir dağcı gibi yığınların üstüne çıkıp, tırnaklarıyla hızlı hızlı molozları eşeliyordu. Yüzünde karşılaştığı manzaranın şoku, bedeninde felaketin tetiklediği adrenalinin enerjisi vardı.
Berna Yaşar’dan bir sigara istedi. Dumanı içine çekerken gözünden ince ince yaşlar süzülüyordu. Bir tarafta inleyen ambulans ve itfaiye sirenleri, öte tarafta polisin meraklı kalabalığı uzaklaştırma çabası, her şey tam bir kaos…
İçi yoksulluk ve çaresizlik kokan yan yana dizilmiş apartmanlarla dolu sokak, yıkılan binadan kalan toz bulutu ile hepten griye bulanmış haldeydi. 80’lerin başında köyden kente göçün logaritmik bir hızla arttığı zamanlarda kurulmuş mahalleydi İnönü Mahallesi. Önce bir iki Karslı aile, sonra amcaoğulları, teyze çocukları derken İstanbul’un pek çok varoş mahallesi gibi hemşeri popülasyonuna göre adlandırılan bir mahalle olup çıkmış. Derme çatma oluşturulan gecekonduların yerini zamanla zevksiz, güvensiz apartmanlar almaya başlamıştı. Başkan adaylarının vadedeceği “imar aflarına” güvenle, çatısız apartmanların üstüne hanenin erkek çocuk sayısına ve “güçlerinin” yettiğince tek tek katlar atılmıştı. Son yıllarda artan Afgan ve Suriyeli göçü ile birlikte mahalleden ayrılanların yerini göçmenler almaya başlamıştı.
Şimdi aynı kaderi paylaşan ama ayrı dilleri konuşan kalabalık, yıkık binadan bir nebze hallice olan apartmanlardan çıkıp belki de ilk defa yüz yüze gelen bir toplama dönüşmüştü. Kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı nefes alacak tek bir alanı olmayan sokakta binanın önüne doğru toplanmıştı.
İnsanlar kendi aralarında itiş kakış, daha kenarla gittikçe “derin” tahlillere kendini bırakıyordu. “Allah Allah nasıl olmuş?” “ O son katı çıkmayacaklarmış.” “ Allah Yahmik” “Yok yok zaten temel sağlam değilmiş” “ Alhamd Lilah “ “Belediye dereye yatağına neden izin vermiş miş“ “Şükür ki evde kimse yokmuş. “ “ Allah korumuş….”
“Biz ne yaptık?” Dedi kendi kendine konuşuyormuşçasına Berna.
- “Doğru olanı.” Diye soğukkanlı ve net şekilde yanıtladı Yaşar.
- “İnsanların iradelerini yok saymak, onları hareketsiz bırakmak mı doğru olan!” Bu bir soru değil, öfke, pişmanlık ve üzüntünün dışa vurumuydu bu sadece. Yaşar bunu bilse de cevaplamaktan geri durmadı.
- “Doğru ne? İrade ne Berna? Seçenekleri mi var, hakikat paylaşılıyor mu bu insanlarla, yokluk yoksulluk içinde, irade, özgürlük, seçim hepsi sadece estetik birer kelime, lüks. Daha önce de defalarca konuştuk bunu biliyorsun.”
- “Anlatmayı, paylaşmayı hiç denemedik ama Yaşar, tek seçenek buymuş gibi hareket ettik ve işte sonucu… “ diyerek yıkıntıyı gösterdi.
- “Yapma Berna! Şimdi ya hapiste ya da tımarhanede olurduk. O yüzden evet bizim de tek seçeneğimiz vardı. Ya bu ya da unutacaktık nasıl olacaktıysa…”
Yaşar’a içten içe katılıyordu. Sigarasından bir nefes daha çekti. Ciğerlerine dolan duman da Yaşar da onu bir kez daha rahatlatmıştı.
XXX
1 Ay önceydi. Sevişmekten yorgun düşmüş bedenleri birbirine dolaşmışken, kan ter içinde uykudan uyanmış, korku ve şok içine birbirlerine bakıyorlardı. Kabusun çok ötesinde bir anı birlikte yaşadıklarını birbirinin gözündeki dehşetten anlayabiliyorlardı. Berna adeta katarsis yaşarcasına sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Konuşmaya mecali yoktu. Yaşar ne yapacağını bilmez bir haldeydi. İçinden geçtikleri “gerçeklik” derin bir öfke uyandırmıştı onda, öfkeden gözünden iki damla yaş süzülebildi. Yatağın başındaki sigaraya uzanırken ancak Berna’nın saçını okşayabildi.
Berna’nın nefesi yerine geldiğinde ona da bir sigara uzattı, Yaşar üçüncü sigarasını söndürüyordu. Yaşadıklarını kontrol etmek için sosyal medyayı taramaya başladılar. Hiçbir şey yoktu. #dolar, #kısmetseolur, #bagcilartravesti … Kimse deprem, felaket, afet demiyordu, her şey olduğu gibi devam ediyordu. Gördükleri şeyi yalnızca ikisi görmüş olamazdı, ama oldu. Ya da onlar öyle sanıyordu.
XXX
2 sene önce Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşüm toplantısında tanışmışlardı. Berna Kent Hakkı Platformu adına hukuki bilgilendirme için katılmıştı. Yaşar ise dönüşümün müstakbel mağdurlarındandı. Dolapdere’ye inerken Rumlardan kalma iki katlı bir binanın sakini ve sahibiydi. Alt katı elinden gelen en iyi iş olan kaportacı dükkanına çevirmişti. Bina sahibi deyince öyle varsıllıktan değil, tam tersine milli güreşçiyken kazandığı ve kaybettikleri ile içine düştüğü yokluktan elde avuçta kalanla anca buraya yetmişti parası. Şimdi ise rant baskısı ile bu da elinden gitmek üzereydi.
Toplantı sonrasında kapının önündeki kahvede Berna, Yaşar ve sekiz on kişi daha, gündüzleri esnafa, geceleri orospulara mekan olan Baran Kahvehanesi’ne kaçak çay içmeye oturmuşlardı. Belediyenin, siyasilerin, yatırımcıların baskısına nasıl dayanacaklarına ilişkin muhabbetin bitiminde, Berna aracının ufak tefek sorunu olduğunu, bi ara uğrasa bakıp bakamayacağını sordu. Yaşar memnuniyetle en kısa zamanda beklediğini söyledi.
Sonrası türlü bahanelerle buluşmalar, çaktırmadan diğerini incelemeler, kokularını içlerine çekmeler, gözlerini birbirlerinden kaçırmaya başlamalar…
Bir çekim vardı aralarında, daha önce ikisi de birbirine benzer herhangi bir kadın ya da erkekle birlikte olmamıştı. Bu gizem çekim gücünü daha da arttırıyordu. 18 aydır öpüşüyor, 17 aydırsa sevişiyorlardı. Aradaki 1 ay farkı yaşanan git-gellerden kaynaklanmıştı. Sonunda arzularına teslim olmuşlardı.
XXX
O günün üstüne birkaç gün bir şey konuşmadılar. Yaşadıkları şoku hala sindirebilmiş değillerdi. 3. gün Yaşar konuyu açtı.
- Bir şey yapmak zorundayız.
- Biliyorum ama ne yapabileceğimizi bilmiyorum, dedi Berna çaresizce.
Unutabilecekleri bir ıstırap değildi yaşadıkları. Tarlabaşı’ndaki süreç, ikisine de gördüklerini anlatamayacaklarını, anlatsalar da kimsenin inanmayacağını, inandırsalar da hiç kimsenin harekete geçmeyeceğini fazlasıyla öğretmişti onlara. Zaten zaman da yoktu. Ama başka bir karar verdiler. YIKMAYA.
XXX
Bu apartmanı belediye kayıtlarındaki en riskli binalardan tespit etmişlerdi. Dönüşüm için mahallenin 2/3’ne yakını ortaklaşmıştı aslında. Ama bu apartmanla birlikte 4 mülk sahibi daha binalarını kiraya verdikleri ve daha fazla kârlılık bekledikleri için bir türlü uzlaşmıyorlardı. 3 katlı binanın sahibi bir mahalle ötede yeni yaptığı binasında oturuyordu. Burayı ise pazarcılık yapan 3 kardeşe ve 3 de Suriyeli aileye kiralamışlardı.
Aynı gün 6 haneyi binadan çıkartmak nasıl mümkün olacak diye düşünürken ortanca kardeşin 2. oğlunun düğünü cankurtaran gibi gelmişti. Yokluk ve yoksulluk Suriyeli aileleri de yakınlaştırmış, düğünün asıl sahipleri gibi giyinip süslenip onlar da düğün ekibine dahil olmuşlardı. Berna ve Yaşar bu anı 3 haftadır bekliyorlardı. Ahali çıkar çıkmaz Yaşar eski de olsa sporcu olmanın verdiği çeviklikle kot 1’den Bodrum kata inmiş “hazırladıklarını” merdiven boşluğuna bırakmıştı. Ve düğünün bitimine 2 saat kala mahalle önce çıkan cılız bir patlama sesi, sonra da içine doğru çöken binanın uğultusu ile sarsılmıştı.
O günden sonra 2 hafta içinde mahallede iki apartman ve sundukları uzlaşılmaz koşullarla mahalleliyi zora sokan müteahhit inşaat şirketi de yerle bir oldu.
XXX
Değişim için var olandan hiçbir şeyin geride kalmaması gerektiğini, herhangi bir dokusunun dahi kanserli hücre gibi yeniyi hasta edeceğini biliyorlardı…