9 / 9
9 / 9

Mekân Değişti!

Çok uzun zamandır aynı, yol yapımı gibi söyleyişi bile soğuk bir çalışmaya maruz kalmamış bir yol.. Yıllardır, yüzyıllardır adımlanmaktan pürüzsüzleşmiş, yuvarlanmış yumuşak görünümlü sert taşlarla yapılı, Kapalı Çarşı’nın eşik basamağı gibi olan bu yolda önce gelişmiş bir ülkede olduğunu hissediyor sonra yürüyor. Yol dönüyor. Az yükseltili merdivenler yormadan, yukarıdan gelen ud tınılarıyla sabırsızca kendini devam ettiyor. Yere bakıyor, başka yerlere gidiyor. İlk kelimeyi konuştuğu, adımlarını attığı yere. Mekânda bu kadar uzaklaşırken zamandaki hareketi o kadar da büyük değil. Bir ay olmuştu. Bir ay dut ağacının meyve verecek hale gelmesi, insanın yürümesi için kısa bir zamandır. 1 ayda bebek kafasını kaldırmayı öğrenebilir anca.

Lacivert bir kadındı, içi turuncu. Saçları bazen kıvırcık bazen daha düz olurdu. Ama saçlarının bu özelliğini sadece kendi bilir, hatta bazen kendi de kafasındaki saçı hiç hissetmediği günler geçirirdi. Uzunca dışarıda olduğu zamanlarda sabah banyo aynasında bıraktığı gibi ertesi güne kadar kalırdı. 

Dünyayı yeterli yükseklikte göreceği bir boyu vardı ve zayıf biriydi. Duyguları, düşünceleri fikirleri kalbi değil, bedeni. Zayıf, hafif.

Aynı yere bakmak artık huzursuz ediyor. Aynı yere bakmaktan huzursuz olmayanlar daha fazla huzursuz ediyor. Tanıdık olduğu bu hisse etrafında vızıldayan bir sineği eliyle uzaklaştırır gibi davranmıştı. Sinek uzaklaşmıyor, yaklaşmıyor; durulabilir, yaşanabilir.  Sineğin yaklaştığını görmediğinde ısırabilir, kaşınır, kaşınır, acıtır,  kanar, kabuk bağlar, iyileşir iyileşirken tekrar kaşınır, ağlatmaz, öldürmez.. Huzursuz.

Huzursuz bir özgüven, her şeyi değiştirebilir.  Huzursuz bir özgüven demek; tüm sinapslarına tek tek üstesinden gelebileceğini anlatmaktır. Üstesinden gelebileceğini anlatmak; ardında ya da önünde korkulacak bir şey olduğunda vuku bulur.

Üstesinden gelmişti. kıtalar aşmıştı ve olduğu yolun olması gereken yol olduğunu farketmişti. Ama yolda ileri yürüdükçe geriye giden zamana yapacak bir şey yoktu. İleri yürüdükçe geri giden zamanda, mekân da değişiyor. Mekânsal değişiklikler tanımlamaları da değiştirir. Kendini tanımlamanı bile.. “Daha önce beyaz bardakta olan bir suyu mavi bir bardağa koymak suyu değiştirir mi?” soruyu bir avucunun içine aldı. Elini çok sıkı olmayan bir yumruk yaptı. Tezinin ilk cümlesi geldi aklına. “İnsan mekânsal bir varlıktır.” Varoluşsal olarak yani, mekân içinde tanımlanır. Mekânı tanımlar. Varoluş mekânsaldır.

Mekân değişti, yenilenen sinapslarıyla tanıştı. Mekân değişti, elinden bir el daha çıkmadı, başka  insanlarla tanıştı ve yine mekân değişti.

Göğü, güneşi, ay’ı tek, insanları farklı olan mekânlarda, baktığında aynı şeyi görebileceği birini aradı. Gözlerine baktığında içini görebilen. baktığında görebilen. baktığında gülebilen.. şarkıda dediği gibi;

“Cuando Dios se rie mi alma”

Gözlerine baktı ve asla hükmedemediği mimiklerinin karşısında kıpırdamayan ellerinin ağırlığıyla sorular sordu;

-Buraya bak!

­+Nereye?

-Buraya!

+Orası neresi?

-Burası işte, burası! Buraya neden bakmıyorsun?

+Nereye?