Üsküdar’ın sakin bir mahallesinde, koruya yakın 2+1 bir ev. Eşyalar antika kadar eski değil ama köşeli, parlak modern mobilyalardan da değil. Eve girer girmez bir ahşap kokusu var. Tahta namına gördüğümüz hiçbir şey dışı ahşap görünümlü lamine kaplama sunta değil, gerçek ağaçtan yapılma çünkü.
Kimsenin yaşama izi bulamadığı iç mimarın eli değmiş mükemmellikte bir ev değil. Bilakis her köşesinde bir anının, yaşanmışlığın izi var. Biraz dağınık, örneğin yatak toplanmamış, bornoz yatağın üstüne atılmış, önceki günlerden kalan giysiler sandalyenin üstünde, çanta değişiminden kalan kullanılmış selpaklar, asla bir daha geri dönülüp bakılmayan kartvizitler yemek masasına boca edilmiş.
Duvarları eski sergilerin afişleri, amatör bir el tarafından yapıldığı belli ama renkleri itibariyle dekoratif tablolar, ünlü ressamların replika tabloları, dünyanın pek çok yerinden alınıp getirilmiş küçük objeler süslüyor.
Küçük, hafif kamburu çıkmış ama yaşıtlarının giymeyeceği tarzda ‘genç işi’ bir yeşil bluz ve altında haki rengi etekle atmışlarında bir kadın oturuyor. Kısa siyah beyaz saçlarını özenle şekillendirmiş, dudağında sabahtan kalma bir ruj kalıntısı. Dirseğini dizine, elini de alnına dayamış.
Az önce çocukluk arkadaşının cenazesinden gelmiş. Elini telefona götürüyor. Facebook’taki arkadaşlarının kaybettiği arkadaşı hakkında yazdıklarına bakıyor. Her biri de nasıl methiyeler düzmüş rahmetliye. Kızıyor, kapatıyor sonra tekrar eline alıyor telefonu. Süslü püslü görünümüne aldanıp ağzının bozukluğuna şaşıranlar çok olurdu:
¨Ulan orospu çocukları! Hayattayken söyleseydiniz ya bunları!¨
Ya ben de böyle pat diye gidersem diye bir korku kapladı içini. ¨Ya kimseyle vedalaşamadan gidersem. Kim bilir benim arkamdan ne diyecekler.. Ulan ölmeden cenaze töreni mi yapsam kendime.. Olacak iş değil. Ama nasıl…¨
Oğlu bir oturup bir kalkmasından, bir ağlayıp bir kızmasından kadının ruh halinde bir gariplik seziyor. Üzgün olduğu belli ama fazlası olduğundan şüpheleniyor.
¨Bu sene büyük bir doğum günü partisi yapacağım.¨
¨Ne diyorsun anne, ne doğum günü, ne kutlaması… Zeynep teyzenin cenaze günü düşündüğün şeye bak. Daha da iki ay var doğum gününe.¨
¨Sen orasına karışma. Bana bir davetiye hazırla, ne yazacağını kimlere göndereceğimizi ben söyleyeceğim.¨
Annesinin aklına koyduğu şeyi eninde sonunda yapacağını ya da yaptıracağını bilirdi. O yüzden gereksiz yere lafı uzatmanın anlamı olmadığını çoktan öğrenmişti.
¨Tamam, tamam anlaşıldı, kimbilir kafandan neler geçiyor! ….¨ diyebildi.
…..
(2 ay sonra)
Beton zemin üstüne dev çiçeklerin çizildiği duvarın önündeki uzun masada çoğu kadın yirmiye yakın kişi oturuyordu. Herkes birbiriyle uğultu içinde konuşuyor, önlerinde duran renkli kağıt ve kalemlere bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
¨Hayırdır ölecek misin, ne diye silah zoruyla topladın bizi lan taa nerelerden!¨
Ayağa kalkıp kadehe bıçağı birkaç defa vurarak herkesin dikkatini çekmeyi başardığında:
¨Tamam tamam başlıyorum. Bugün doğum günüm bildiğiniz gibi. Tam 59 yaşına giriyorum. Sakın 59 mu 60 mı tartışmasına girmeyin her sene olduğu gibi. (Gülüşmeler) Bilirsiniz tam yaşlar bana uğursuzluk getirir o yüzden büyük kutlamaları hep erken yaparım.¨
¨Bilmez miyiz! Herkes dağıldığında sarhoş geldiğin 30. yaş doğum gününü unutmaya imkân yok!¨
¨Ya gerçekten.. Bir unutturamadım o doğum günümü, kaç sene geçti.. Neyse. Öncelikle bu yaşıma kadar bana eşlik ettiğiniz ve bana kattıklarınız için size çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız!¨
¨Bildiğiniz gibi yakın zamanda çocukluk arkadaşım Zehnep’i kaybettik ani bir şekilde. Bu bana çok dokundu çünkü ne onun ne de yakınlarının ona veda etme şansı olmadı. Ve ona söylenen güzel sözleri hayattayken duymuş olsaydıi belki de hayat onun için bambaşka bir şekilde akacaktı. Neden sevdiklerimiz hayattayken onlar hakkında ne hissettiğimizi, hayatımıza ne kattığını söylemiyoruz diye düşünüyorum..¨
¨Çok doğru diyorsun..¨ Kafaları ve sözleriyle tasdik edenlerin uğultusu yükseldi aniden.
¨O yüzden şimdi önünüzdeki kağıt kalemleri alıyorsunuz ve ben öldükten sonra facebook’tan ne paylaşacaksanız şimdi onu yazıyorsunuz..¨