Hepimizin hayat hikayesinde okulların ayrı bir yeri vardır. Zaman zaman severek çantamızı, defterimizi kitabımızı alıp gitmiş, kimi zaman ise “Kim icat ettiyse bu okulu bitmedi gitti!” diye içimizden geçirmişizdir. Hikayemiz de bir yükseköğretim kurumunda, öğrencilerin bir kısmının mezun olup bir diploma alma, bir kısmınınsa daha ileri giderek bir şeyler öğrenmek için içinde bulunduğu o fiziki mekanda geçiyor. Pek çok kamu kurumu gibi ünversiteler de çoğunlukla soluk renkli. İçinin ebruli renklerle dolu olmasını beklediğimiz gençlerin günün önemli bir kısmını geçirdiği alanlar ne yazık ki iç karartıcı. Sadece bu mu? Uzuuunca koridorlarda kendinizi bitmek bilmeyen bir yolda yürüyor gibi hissediyorsunuz. İşte bu eğitim kurumunda koridor üzerinde peşisıra uzanmış pek çok derslik var. Bu dersliklerden biri haftanın bir günü üç saatliğine X dersinin öğrencilerine ve bendeniz dersin hocasına ev sahipliği yapıyor.
Öğrenciler arasında öteden beri hocalar hakkında yarı gerçek yarı efsane bilgiler, kıdemlilerden çömezlere aktarılmak suretiyle, dolaşır. Bizim zamanımızda bu böyleydi, şimdi de böyle. Eh görünen o ki ileride de bu gelenek devam edecek. İşte bu bilgilerden bir kısmı benim zor bir hoca olduğum ve notumun kıt olduğu gibi şeylerdi. Notum kıt değildi. Derste de diğer hocalara kıyasla ne kadar zorluyordum bilemem. Ama öğrensinler istiyor ve bunun için beklentimi yüksek tutuyordum. Duyumlara rağmen, az olmayan sayıda öğrenci dersi seçmişti.
Çok farklı profilden öğrenci vardı bu derste. Okul dışında da iyi arkadaşlıklar kuran, çift halinde derse giren çıkan, birlikte yaşayan, tek tabanca gezen… Çoğunluğu orta ya da alt orta gelir grubu ailelerden geliyordu. Aileleri bir üniversite bitirip işe girmelerini ve sanırım biraz da kendilerinden daha iyi bir yaşam sürmelerini dileyerek gönderiyordu çocuklarını uzak memleketlere. Ne yapsınlar, haklılardı…
Derse girip çıkarken kim kiminle iyi arkadaş veya kim sınavlara birlikte hazırlanıyor ya kendim görüyor ya onların maceralarını dinlerken öğreniyordum. Çoğunlukla ders aralarında sınıftan çıkmıyor, onlarla ders dışında da konuşabileceğimiz ortamlar yaratmaya çalışıyordum. İlk dersten itibaren de neden bu dersi seçtiklerini, dersten beklentilerini ve ileriye dönük planlarını/hayallerini öğrenmeye çalışıyordum.
Üniversite arkadaşlığının yeri insan yaşamında bir ayrıdır zannımca. Az değil, gencecik insanlar dört sene birlikte gülüp birlikte ağlıyor, ceplerindeki son paraya kadar ortaklaşa harcıyor, bugün varlığı yarın yokluğu paylaşıyorlardı. Pandemi süreci pek çoğunun hatırlamak dahi istemeyeceği bir dönemdi. Okuldan uzak kalmak bir kısım öğrenciyi olumsuz etkiledi. Gözden uzak biraz da arkadaşlara, okula ve derslere gönülden uzak demekti. Okulların yeniden açılması ise kalınan yerden devam etmenin müjdecisi oldu. Yeni dönem hem öğrenciler hem de bizler için yeni bir sayfa çevirmek gibiydi. İşte tam da bu noktada bu tertemiz sayfayı yeni ve kendimce şeylerle doldurmak istiyordum. Dersi kafamda kurgularken bile heyecanlandığım için okulların açılmasına uzunca bir süre varken başladım hazırlıklara.
Kocaman kağıtlar ile renkli boyalar ve kalemler almaya koyulmuştum. Kullanılacağı zamanı ofisimin en güzel yerinde bekleyen şeyler… Üniversitedeki tek düzeliğe bir karşı çıkıştı bu sanki. Zaman eski zaman, gençlik eski gençlik değilse bizler de eski bizler olmamalıydık. Neyse ki elim güçlüydü bu konuda. Uzunca süredir çok çeşitli yerlerde farklı konularda projlere katılmış, farklı yöntemler öğrenmiştim. Şimdiye kadar ihtiyacını hissetmediğim bu yöntemler bundan sonra kurtarıcım olacaktı. İşe yaradığını gördükten sonra yeni şeyler öğrenmeye daha bir hevesliydim. Öğrendiklerimi kullanabileceğim hale getirmeye ve daha fazla öğrenciye ulaşmaya çalışıyordum. Yalnızca öğrenciler mi? Okul dışında da gençlerle zaman zaman bir araya geliyor ve her yeni öğrendiğim yöntem için “Gençler, bunu da yapmalıyız!” ya da “Şu konuda da bir şeyler yapabilirsek çok iyi olur!” diyerek onlara yeni fikirlerle gelmeye çalışıyordum.
Çok uzatmayayım. Günlerden bir gün, dönemin tanışma sonrası ilk dersi. Ellerimin arasında bir kutu, kutunun içinde boyalar, kağıtlar, kalemler. Doğal olarak öğrenciler şaşırdılar. Önce öğrencileri tanımadıkları arkadaşlarıyla ortak çalışabilsinler diye gruplara ayırdım. Özellikle farklı kimselerle aynı grupta olmalarını istiyordum. İleride belki de birlikte çalışmayı hiç istemedikleri kimselerle aynı havayı solumak zorunda kalabilirlerdi ve şimdiden buna hazırlıklı olmalarında fayda vardı. Ardından her gruba birer büyük kağıt verdim ve ortaya da kalem ve boyaları bırakarak ihtiyacı olanları seçip kullanmalarını istedim. “… denilince aklınıza ne geliyorsa kağıtlara bizle paylaşın.” Etkinliğin amacı o hafta derste işleyeceğimiz konuya dair öğrencilerin aklında nelerin olduğunu, bu konuda ne yazıp çizebileceklerini görmek, onlara göstermek ve bunu arkadaşlarına anlatabilmeleri için onları teşvik etmekti. Daha önce yan yana gelmemiş gençler ortak bir amaç etrafında bir araya gelerek kendilerinden istenileni yapmaya çalışıyordu. Kimi diğer durumlarda olduğu gibi daha çok katılanlar, liderlik yapanlar, daha az konuşanlar ya da neredeyse ağzını bıçak açmayanlar vardı. Mümkün olduğunca dahil olabilmeleri için onları teşvik ediyor, beklediğimden fazlasını yapabildiklerini görünce “Rol çalışıyorsunuz gençler, bunu ben anlatacaktım… Çok güzel, aynı tempo devam.” diyerek şaka yollu geri bildirimle emeklerini takdir ettiğimi gösteriyordum. Etkinliğin sonunda her grup diğerlerine neler yaptığını anlatmak üzere kendi içlerinde birer ikişer konuşmacı seçmişti. Baktım ki her grupta aynı kişiler öncülük yapıyor, konuşmayanlara “Sunumu sen yapmak ister misin?” diye sorarak cesaret vermeye çalıştım. Dersin sonunda ilkokul günlerine döndüğünü söyleyen öğrenciler çok keyif aldıklarını ve bu dersi çok sevdiklerini söyleyince de cevabım “Gelecek her hafta bu şekilde olmayacak bakalım aynı şeyleri o zaman da söyleyecek misiniz?” oldu.
Gerçekten de derste işlenen her konu bu gibi yöntemlere uygun olmayabiliyordu. Ancak üç dört haftada bir bu etkinliklerin devamı geldi. Bu etkinlikler, işlediğimiz konuların bizden uzak ve anlaşılması zor olmadığını görmelerine ve derste kendilerinden bir şeyler bulmalarına yardımcı oluyordu.
Sosyal medya ile çok da haşır neşir olmayan ben, bizim etkinlikleri gören duyan olursa onların da kafasına bir soru işareti bırakmak ve bu yöntemleri kullanmalarını sağlamak istiyordum. Paylaşımları gören mezun öğrencilerimin yazmış olduğu yorumlarda ise hayıflandıklarını, bizlerle bu etkinlikleri yapmayı çok istediklerini görüyor ve içten içe doğru yolda olduğumu hissediyordum.
Eğitim sistemimizde kökünden değişmesi gereken şeyler vardı. Ancak bu sistemi topyekun değiştirmeye gücümüz ve yetkimiz olmadığından kendi çabalarımızla etki alanımızda bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Yapmaya çalıştığımız şeyleri destekleyen birileri ile birlikte çalışmanın verdiği mutluluk ise başka bir şeydi. Öğrenciler için neler yapabileceğimizi tartışıp konuştuğumuz bir toplantıda kullanıdığım bu yöntemlerin diğer hocalarla da paylaşılması sonucuna vardık. Bu seferki etkinlik öncekilerden farklı olarak yalnızca bölüm değil fakülteye açık olarak yapıldı. Çoğunlukla genç arkadaşların dahil olduğu bir etkinlikti bu. Bahsettiğim yöntemlerin birkaç sene sonra ders verecek kişilerin ilgisini çektiğini görmek güzeldi. Ancak, yalnızca ilgilenmek de yetmeyecekti. Herkesin kendi dersini kendince kurgulamasını ve bu uğurda kendisini zorlamasını istiyordum. Bir yandan da biliyordum ki konfor alanını genişletmek her birey için her an her koşulda mümkün ya da kolay değildi. En azından ben elimden geleni yapmış, topu onların kucağına bırakmıştım.
Bir dönem böylece bitmiş, öğrenciler mezun olmanın verdiği mutlulukla belki de son bir kez birbirini ve bizleri görmeye gelmişti. Mezuniyet töreninde fakülte birincisinin öğrencilerimden biri olması ayrıca heyecan vericiydi. İsmi okunduğunda oturduğum alanda onu tek başıma alkışa boğduğumu hatırlıyorum. Bir de “Bugün ofise geldik, sizi bulamadık. İyi ki sizi tanıdım. Dersinizi aldığım için mutluyum” sözüne “Üzerimize düşeni yaptık. Bizler buradayız, gelin, yazın çizin. Bizlerle paylaşın biz de sizlerle birlikte sevinelim.” karşılığını verdiğimi. Tabi dudaklarımdan bu sözler dökülürken içimde binlerce çiçeğin açtığını da…